Visitors

http://www.geovisites.com/pt/directory/artes_artes-plasticas.php

31 Mart 2015 Salı

Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Üzerine...


30 Mart 2015 Pazartesi

Tecavüz Davasında İyi Hâl indirimi!..

Bingöl’de, 16 yaşındaki kız çocuğuna iki yıl boyunca tecavüz ettikleri suçlamasıyla yargılanan 8 uzman çavuşun davasında karar çıktı. Tutuksuz yargılanan 8 uzman çavuş ile ilgili davada 6 sanık ’iyi hal’ indirimi yapılarak 1 yıl ile 7 yıl arasında hapis cezasına çarptırıldı. 2 uzman çavuş ise beraat etti! Oldu olacak üstüne bir de keyif sigarası ikram edilseydi!..

29 Mart 2015 Pazar

Yemen By Carlos Latuff...


30 Mart 1972, Kızıldere'yi Unutmadık!..

Bir süre Fatsa'da kalan Mahir Çayan'la arkadaşları, idam cezası verilmiş olan Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının infazlarını engellemek için eylem olanakları araştırırlar. 26 Mart 1972'de Ünye'de NATO'ya ait radar istasyonunda çalışan iki İngiliz ve bir Kanadalı teknisyeni kaçırır ve karşılığında Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu önderleri Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan'ın serbest bırakılmasını isterler. 28 Mart'ta rehinelerle birlikte Niksar'ın Kızıldere köyü muhtarının evinde kalmakta olan arkadaşlarının yanına giderler. 30 Mart günü muhtarın evinde askerler tarafından ablukaya alınırlar. Askerlerin megafonla yaptığı teslim olun çağrılarına devrimci sloganlarla karşılık verilir. Evi sarmış olan askerler ile silahlı çatışmaya girilir. Çatışma sonunda Mahir Çayan, Cihan Alptekin, Ömer Ayna, Saffet Alp, Sinan Kazım Özüdoğru, Hüdai Arıkan, Ahmet Atasoy, Ertan Saruhan, Sabahattin Kurt ve Nihat Yılmaz öldürülür. Evde bulunan Ertuğrul Kürkçü samanlıkta saklanarak sağ kalır ve yakalanır. Rehineler ise çatışma sırasında öldürülürler. Cenazeler savcının nezaretinde Niksar'a götürülür.
Detaylı Yazılar için:
http://bianet.org/biamag/siyaset/93985-kizildere-katliami
http://www.tkp-online.org/index.php/2-makaleler/73-kzldere-katliamnn-sorumlular-aramzda-dolasyor.html

27 Mart 2015 Cuma

Yürü Üstüne Üstüne, 12 Nisan'da Ankara'da!..





İç Güvenlik Yasa Tasarısı Kabul Edildi...

İç güvenlik yasa tasarısı meclis genel kurulundan yalnızca 39 red oyuyla geçti! 


Nazım Hikmet Kültür Merkezi'nden Açıklama...

                                                     
AKM Kalacak, Bu Düzen Yıkılacak
Atatürk Kültür Merkezi'ni "restorasyon çalışmaları" adı altında çürümeye terk eden, açık yağmaya göz yumarak binanın iç aksamı dahil herşeyinin çalınıp pazara sunulmasına kayıtsız kalan, bu tarihsel ve kültürel yapımızın imhasına kalkışan AKP iktidarının yıkıcılığını fırsat bilen Gezi Pastanesi, halka ait bu kurumun bünyesindeki alanı, doğal çevresini de tahribe yönelerek işgal etmektedir. Ülkemizdeki yaşam alanlarını ve kültür mekanlarını "alıştıra alıştıra" yok etmeye çalışanlar bazen en kaba tavırlayırya diktatör kılığında, bazen de ne sinsi halleriyle seçkin pozlara bürünseler de, çirkindirler, yüzsüzdürler.
Emek Sineması'na, İnci Pastanesi'ne, Taksim Sahnesi'ne, Gezi Parkı'na tahammül edemeyenler; yargı kararlarını, uzman görüşlerini, halkın taleplerini, kültürel dokumuzu hiçe sayanlar, yaşamın vicdanın, insanlığın değerlerine saygı göstermeyenler; zoru, gücü, parayı, kültür düşmanlığını egemen kılmak istedikleri ülkemizin sembol yapısı AKM'yi de açıkça yok etmeye çalışıyorlar...
Buna izin vermeyeceğiz!..
Bu utanmaz işgale son vermeleri için Gezi Pastanesi patronlarını uyarıyoruz.
AKP diktatörlüğünü uyarıyoruz.
İşgalcilerin, her zaman kaybedeceğini hatırlatıyoruz.
AKM'nin talanına Haziran'ı yaratan halkımız göz yummayacaktır.
Nazım Hikmet Kültür Merkezi

25 Mart 2015 Çarşamba

Sağlık Bakanlığı'ndan domuz gribi açıklaması: 42 ölü...

Sağlık Bakanlığı, bu grip sezonunda kendisinde grip virüsü olduğu laboratuvarlarca doğrulanmış 42 kişinin hayatını kaybettiğini bildirdi. 2009 yılında da ülkemizde domuz gribi salgını yaşanmış ve 415 kişi hayatını kaybetmişti. Bugün ise Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, domuz gribinden kaynaklı her ölüm hakkında demeç verirken ısrarla, "Hastanelere domuz gribi teşhisiyle gelenlerin sayısında düşüş yaşandığını" belirtiyor... 

24 Mart 2015 Salı

From Peter Zavacky, Jiří Trnka Portrait Exhibition in Slovakia...


Jiří Trnka (24 February 1912 – 30 December 1969) was a Czech puppet-maker, illustrator, motion-picture animator and film director.

23 Mart 2015 Pazartesi

Jeotermal Tehlikenin Farkında mıyız?

Enerji üretimi amacıyla, Manisa'nın bir çok ilçesinde Jeotermal kuyulara ruhsat verilmekte. Jeotermal santrallerin kurulması amacıyla kamulaştırılan başta bağların, zeytinliklerin olduğu tarım arazileri kısa zamanda yok ediliyor ve telafisi mümkün olmayan zararlara zemin hazırlanıyor. Sıcak su taraması sırasında çıkan buhar ve bağların altından patlayan sıcak su daha santral kurulmadan yüzlerce dönüm bağı neredeyse ürün veremez hale getiriyor. Toprağına, tarımına, bağına, bahçene, geleceğine sahip çık Türkiye!..

20 Mart 2015 Cuma

Bu Dünyadan Bir Öktemer Köksal Geçti...

Karikatürist Öktemer Köksal (1936 - 21 Mart 2013)
Yaşamda öyle insanlar vardır ki çok kısa bir zaman dilimine yayılmış bir tanışıklığınız olmasına rağmen iz bırakmış, size çok şeyler öğretmiş, dersler vermiş, tecrübesiyle yol göstermiş, yaşama daha iyi gözle bakmanıza vesile olmuş, en önemlisi insan olduğunuzu hatırlatmıştır ama siz O’na hayata geçirilebilecek şeyler olarak birkaç moral cümlesinden başka bir şey verememişsinizdir. Ve yaşamım boyunca böyle değerli insanlar karşıma çok nadir çıkmıştır.
Benim için önemli bir isimdi Öktemer Köksal… Sosyal medya sayesinde tanıdığım ve ortak paydada buluştuğumuz noktalar sayesinde kısa süreli de olsa çok şeyler paylaştığımız bir ustaydı. Facebook’ta bir grupta amatörce ya da aceleyle çizilmiş çizgilere sabırla verdiği öğütlerle, uzun uzun yazdığı fakat çok önemli bilgiler ve araştırmalar içeren yazılarıyla dikkatimi çekmişti. Aynı grupta bir karikatüre yaptığım yorumdan sonra bana hak verdiğini belirten bir mesaj sayesinde sıkı bir dost olduk. Yaşadığı sıkıntıları öğrendikçe aslında benim verdiğim mücadelelerin ne kadar da yetersiz kaldığını hissettim her defasında. İşitme engelliydi Öktemer Usta, dünyadaki hiçbir sesi duyamıyor, kendini konuşarak ifade edemiyordu… 13 yaşında kaybettiği bu duyusunun sıkıntıları ile yaşamının son gününe kadar bu zorluk içerisinde, türlü acı ve aksiliklerle sanatını icra etmeye çalışmış ve kesinlikle hak ettiği değeri bulamamış bir ismin ardından bugün bu satırları yazmak bile acı veriyor. Çünkü O’nun için çok şeyler yapacağımıza inanıyordum. Bu camianın kendisini yalnız bırakmayacağını düşünüyordum. Her yazışmamızda verdiğim moralle yaşama biraz daha tutunmaya çalıştığını söylüyor ama bir yandan da “Ben bu camiayı iyi bilirim, her defasında olduğu gibi yine hiçbir şey yapmayacaklar, umursamayacaklar ve ben çok yakında sizlere sonsuza kadar veda edeceğim” diyordu. Dediği gibi de oldu, ameliyata gideceğini söyleyerek helallik isteyen son mesajından sonra bir daha da dönmedi bizlere. Ama umut ediyordum, iyileşecek ve aramıza dönecek, duyarlı birkaç arkadaş toplanıp O’nu evinde ziyaret edecek ve hatta hep birlikte çok istediği karikatür etkinliklerine gidecektik. Ta ki son mesajından 1,5 ay sonra Facebook profiline kardeşinin yazdığı “Ağabeyim Öktemer Köksal’ı kaybettik” yazısını tesadüfen görene kadar… İnanamadım, söylediği şeylerin bu kadar çabuk gerçekleşmesi, bir daha dönmeyeceğini bilerek ve bunu kabullenerek, büyük bir olgunlukla çekip gitmesi de çok şeyi anlatıyordu aslında. Belli ki çok yorulmuş, kırılmış ve yaşama gücü tükenmişti. Ardından yazıp çizdiği şeyleri bir daha oturup inceledim, okudum ve tekrar anlamaya çalıştım. Sanki bu dünyanın çok ötesinde şeylere kafa yormuştu, bilgi birikimi, araştırmalarındaki titizliği, bilgilerini dayandırdığı kaynakların doğruluğu ve derinliği bir kez daha nasıl olur da bunca araştırma havada kalır ve kimse sahiplenmez dedirtti bana. Başvurduğu çok yerden olumsuz cevap almıştı, maddi bir beklentisi de yoktu, sadece bu bilgiler daha fazla insana ulaşsın, emin ellerde kalıcı olsun istiyordu. Ölümünden sonra o değerli arşivi, özel yaptırdığı atölyesindeki çalışma masası, teknik malzemeleri, yazıları, çizgileri, resimleri ne oldu bilmiyoruz. Çünkü kendisinin ölümünden sonra sağlıklı bilgi alabileceğimiz kimse çıkmadı, sorularımız cevapsız kaldı.
İnsanlar olarak çok şeyi çabucak tüketiyor ve her şeyi çok çabuk unutuyoruz. Öylesine kanıksamışız ki yaşanılanları. Yerine konulamayacak değerleri bile umursamıyor, işimize gelmiyorsa da “Bana ne!” diyebiliyoruz. İşte en büyük hatamız bu. İnsanları hep iyi yaşıyor sanıyor olmalıyız ki bu kadar duyarsız kalabiliyoruz. Oysa yaşamda büyüğünden küçüğüne tüm insanların yaşadığı o kadar büyük acılar, yıkımlar, telafisi zor yaralar var ki! Keşkeler olmasa yaşamda her şey ne kadar da güzel olurdu değil mi? İşte bu keşkeleri Öktemer Usta için de demeyelim diye bir elin parmaklarını geçmeyecek birkaç kişi bir şeyler yapmaya çalıştık. Üye yapılmadığı bir derneğe ve kendisini bir karikatürist olarak tanımadığını, bilmediğini söyleyen dernek başkanına, yardım kampanyalarımızın engellenmesine rağmen hep bir umut dedik. Sosyal medyadaki konuyla ilgili paylaşımlarımız görünürde, sözde çok destek alırken iş icraate gelince kimse bir şey yapmadı, yapamadı. Ve yaklaşık bir yıl süren Öktemer Köksal’la dostluğumuz böyle acı bir şekilde sonuçlandı. Öktemer Usta yaşama veda edeli bir yıl oldu. O’nun eksikliği hep hissedildi yaşamımda, tecrübesine ve yaşça benden çok büyük olmasına rağmen kafasını kurcalayan ya da içinden çıkamadığı pek çok konuda bana danışacak kadar ince, paylaşımlarına beğeni ve yorum bırakan herkese tek tek, isimleriyle teşekkür edecek kadar nazik ve duyarlı birisiydi. Bugün usta geçinen ve çok kişiye tepeden bakan birçok isme inat her defasında ustalık ve insanlık dersi veriyordu. Çoğu kişi O’nu agresif bulsa da aslında neden böyle algılandığını da çok iyi anlayabiliyordum. Çünkü O asla haksızlığa, saygısızlığa ve boşvermişliğe tahammül edemiyordu. Hal böyle olunca da torunu yaşındaki, tecrübesiz çocuklardan yediği fırçaları hazmetmesi takdir edersiniz ki O’nun harcı değildi.
Bu dünyadan bir Öktemer Köksal geçti. Sessiz dünyasında, kafasında çok şeyleri yaşama geçirmeye çalışıp sesini çizgileriyle, yazılarıyla duyurmaya çalışarak. Ama ne yazık ki pek çoğumuz O’nun sessiz çığlıklarını görmezden/duymazdan geldik, umursamadık, sosyal medyanın, sanal dünyanın çarkları arasında yaptıklarını günü kurtarma hamleleri, gereksiz şeyler olarak değerlendirdik. İnsani ve sanatçı haklarına, yaşına, tecrübesine saygı göstermedik, hakkı olan çok şeyi yerine getirmekten kaçındık çünkü O bizlerden farklı, yaşlı, uzak ve son günlerini yaşayan birisiydi. Nasılsa bize vereceği hiçbir şeyi de yoktu. Bir çıkarımız olmalıydı ki O’na yardım eli uzatalım. Belki de son günlerini huzur içinde geçirecek manevi desteğimiz de O’nu çok güçlü kılacak ve yaşama belki de biraz daha tutunabilecekti. Çevremizdeki insanlara biraz daha gönül gözüyle bakmasını deneyelim, keşkeler olmasın artık hayatımızda. Manevi destek ve moral maddiyattan çok daha etkilidir bu yaşamda. Gidenler geri gelmiyor ve bizler “Keşke!” deyip iki gün sonra yaşama kaldığımız yerden devam ediyoruz…
Seni unutmadım Öktemer Usta, sessiz dünyana bir ses olabildiğimi söylerdin ve bu büyük bir güç ve mutluluktu benim için. İnsan olabildiğimi hissediyordum. Bir insanı anlamaya çalışmanın, sıkıntılarına ortak olabilmenin erdeminin güzelliğini görüyordum. Her şeye rağmen, çok şeyler yapabilecekken ve bu kadar kalabalıkken bu dünyada yalnız bıraktık seni, uğurlayamadık bile seni son yolculuğuna, mezarının başında seni uğurlayan onbinler de yoktu, gidişin de sessiz sedasız ve vedasız oldu. Bu duyarsızlık hepimizin ayıbı…
Işıklar içinde uyu…

18 Mart 2015 Çarşamba

1915 Asker Tayınının Yokluğundan Bugünkü Meclisin Bolluk İçindeki Mutfağına...

Savaş yıllarında Türk askerinin tayını, yemek menüsü işte bu kadar kısıtlı, onlar açlıklarını yüreklerindeki yüce duyguların gölgesine çoktan bırakmışlardı, açlık bastırılmış hepsi zafere olan inançlarıyla kenetlenip tek vücut, tek yürek olmuşlardı. Hem de ana kuzusu gencecik fidanlardı hepsi, geriye dönmeyeceklerini bile bile cephede koca birer adamdılar... Bugün neredeyse bedavaya envai çeşit yemeğin çıktığı meclis mutfağını düşünürsek, hele o mecliste yaşanan kavgaları, ülkeye yakışmayan arbedeleri, sonuçta hiçbir yere varmayan atışmaları, çözümsüzlükleri, vekil maaşlarını, trilyonlara malolan bin odalı AK sarayı... Tarihinden ders almayan, ülkesini en karanlık dönemlere adım adım götürmeye çalışan idarecilerin yönettiği bir ulus yok olmaya mahkumdur!
Fazla söze ne hacet!..

Seyit Onbaşı (Koca Seyit)

     Çanakkale Savaşları sırasında kaldırdığı 276 kiloluk top mermisiyle ünlenen ve tarihe geçen Koca Seyit (Seyit Onbaşı), 1889 yılında Balıkesir ili, Havran ilçesinin Çamlık (eski adı Manastır) köyünde dünyaya geldi. Seyit, 1909 yılının Nisan ayı başlarında askere alındı. 1912'de Balkan Savaşları'na katıldı. Savaş bittiğinde terhis edilmedi ve topçu eri olarak Çanakkale Cephesi'nde görev aldı. Çanakkale Savaşları'nda gösterdiği kahramanlıkla adını Türk tarihine yazdırdı. 
    18 Mart Deniz Savaşı sırasında, Rumeli Mecidiye Tabyası'nda ayakta kalabilen tek top vardı, onun da mermi kaldıran vinci bozulmuştu. Koca Seyit büyük bir güçle 276 kiloluk mermiyi üç kez kaldırarak namlunun ucuna sürmüş ve bu kahramanlığı ile Ocean gemisi büyük bir yara almıştı. Koca Seyit'in savaşın kaderinin değişmesinde büyük önemi bulunan başarısı kısa sürede duyuldu. Kendisine ödül olarak “Onbaşılık“ rütbesi takıldı ve isteği olup olmadığı sorulunca “çift tayın (çift yemek öğünü)” istedi. Ancak arkadaşlarının yanında çift tayın yemeği onuruna yediremedi ve birkaç gün sonra çift tayından vazgeçti.
    Daha sonraki günlerde fotoğrafını çekmek isterler. 276 kiloluk top mermisini o günkü gibi sırtına alması gereklidir. Ancak birkaç defa denemesine rağmen mermiyi kaldıramaz. O tehlikeli zamanda mermileri kolaylıkla basamaklardan topa çıkaran bu kahraman o gün mermiyi yerinden bile oynatamamıştır. Kendisine sorulduğu zaman iman gücüyle vatan aşkıyla kendisine kuvvet geldiğini, o zaman bu mermiyi nasıl kaldırdığını kendisinin de anlayamadığını söylemiştir. Fotoğraf çekmek için tahtadan bir mermi yaparak o tarihi günü belgelemişlerdir.
     Savaşın sona ermesiyle memleketine dönen Seyit Onbaşı, bundan sonraki günlerini köyünde odun kömürü yapıp satarak geçirmiştir. 1939 yılında zatürreye yakalanmış ve Aralık ayında köyünde vefat etmiştir.

Çanakkale Zaferi'nin 100. Yılı Kutlu Olsun...

18 Mart 1915 - Çanakkale Geçilmez!..

16 Mart 2015 Pazartesi

16 Mart'ta Ne Olmuştu?

16 Mart Katliamı, 16 Mart 1978 günü İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi önünde 7 öğrencinin ölümü, 41 öğrencinin de yaralanmasıyla sonuçlanan bombalı ve silahlı saldırıdır. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi 1. sınıf öğrencisi olan Ülkücü öğrencilerin içinde gizlice faaliyet gösteren genç bir istihbaratçı, İstanbul Emniyeti'ne geçtiği bilgi notunda, ülkücülerin 8-10 gün içinde İstanbul Üniversitesi çıkışında solcu öğrencilerin üzerine dinamit atıp, silahlı tarama yapacakları’’nı bildirmiştir. Emniyet arşivine 7 Mart 1978 tarih, 1.D.2.12780 koduyla girip resmiyet kazanan bilgi notunda belirtilen yer ve tarihte gerçekleşen katliama engel olunmadı. Bilgi notu katliamla ilgili soruşturma ve yargılamalar sürerken hiç ortaya çıkmadı. Olaydan 19 yıl sonra dava ikinci kez açılıncaya, bilgi notunun yazılışının üzerinden 22 yıl geçinceye kadar. Şükrü Balcı ve Süreyya San'ın aralarında bulunduğu polis şefleri ‘‘görevlerinde kayıtsız kalmak’’la, Reşat Altay ise saldırıya uğrayan öğrencileri dağılma noktasına kadar koruma altında tutması gerekirken üniversite kapısında terk etmekle suçlandılar. İzmit 1. Asliye Ceza Mahkemesi'nde TCK 230 uyarınca görevi ihmalden yargılanıp, delil yetersizliğinden beraat ettiler. Sanık emniyetçiler hakkında verilen tek ceza polis başmüfettişlerinin önerdiği, disiplin cezası niteliğindeki ‘‘ihtar’’ cezası olmuştur.

13 Mart 2015 Cuma

Müsaitleştiremediklerimizden misiniz?

Dil, insanlık tarihinin yüzyıllar boyunca gelişimi ile oluşturulmuş, toplumun kendi arasındaki yegane iletişim aracıdır. Dil, herhangi bir sınıfın, zümrenin eseri değil; bütün bir toplumun, toplumdaki tüm sınıfların ortak eseridir, herkesi eşit olarak kapsar ve herkese hizmet eder. Bu nedenle de denilebilir ki dil, sınıflara karşı, toplumdaki bölünmelere karşı bir bakıma ilgisiz kalır. Ancak insanlar, toplumun farklı grupları, zümreleri, sınıfları dile karşı ilgisiz kalmazlar. Dili, kendilerine ait özel deyişlerle, özel sözcüklerle donatmaya/doldurmaya, kendi çıkarlarına göre kullanmaya, kendi özel deyimlerini, özel terimlerini zorla kabul ettirmeye çalışırlar. Tarih, dilin zoraki bir özümlemeye karşı aşırı direncine tanıklık eder. Kelimelere farklı anlamlar atfetseniz bile bunu dile yedirmek, kabullendirmek kolay değildir.
Toplumda farklı kültürler olmasına rağmen dil aynıdır. Kültür ve dil özdeş değil, ayrı şeylerdir. Kültürün sosyalisti veya kapitalisti olabilir. Burjuvazi ile proletaryanın kültürü farklıdır. Oysa bir iletişim aracı olan dil tüm halk için ortaktır; o hem burjuva kültürüne hem de sosyalist kültüre hizmet edebilir. Hangi kültürün etkisi altında konuşursanız konuşun, konuştuğunuzda dilin grameri veya sözcük hazinesi değişmez, sadece seçilen/kullanılan kelimeler ve atfedilen anlamlar farklılaşır.
Her gelen iktidar kendi kültürüne ait kelimeleri/tanımlamaları empoze etmek istemiştir. Türkçe Güncel Sözlük’ün bu kadar çok güncellenmesinin sebeplerinden biri de budur.
Bir dilin oluşumu toplumun oluşumu ile başlar. O toplumun içinden geçtiği süreçlere dil de paralel olarak eşlik eder. Böylece dil birikir, zenginleşir. Deyimler, atasözleri, destanlar, ağıtlar gibi… Bu tarihsel gelişim içinde Türkçede bugüne kadar gelmiş pek çok ırkçı, ayrıştırıcı, aşağılayıcı deyime, kelimeye denk gelmek; gündelik hayatta duymak mümkündür. Bunun kökeninde ise Türk toplumunun yaşadığı politik ve tarihsel süreçler vardır. Bu ayrıştırıcı ifadeleri dilden silip atmak kolay değildir.
AKP iktidarının 2010’daki Anayasa Referandumu’na EVET dedirtmek için kullandığı önemli argümanlardan biri de kadınların toplumdaki konumuydu. Buna bağlı olarak da kadını aşağılayan deyimlerin, atasözlerinin sözlükten çıkarılması kararı alındı. Yaptığı pek çok şeyde olduğu gibi bunu da büyük bir propaganda ile duyurdu. Ancak mesele sözlükten çıkarmakla çözülecek bir mesele değildir. Aslolan kültür ve zihniyet meselesidir.
Bugün, ilkokula giden bir çocuk sözlüklerden öğreniyor pek çok kelimenin anlamını. ‘Ne ekersen onu biçersin’ misali yeni bir nesile ne verirseniz onun etkisinde yetiştirirsiniz. AKP iktidarı bunu bildiğinden tam da bu noktada kendi neslini yetiştirmek için elinden geleni yapıyor.
Kötü adam‘ı tanımlarken lafı evirip çeviren ve Yeşilçam filmlerine kadar götürenler kötü kadın’ı tek kelimeyle orospu olarak tanımlıyor. Dahası, “esnafımız yeri geldiğinde polistir, askerdir, hakimdir” diye buyuran bu zihniyet esnaf kelimesinin üçüncü anlamını “Kötü yola sapmış olan kadın” olarak belirtiyor. “Serbest” sözcüğünün karşılığı olarak da “ağırbaşlı olmayan hoppa(kadın)” tanımlaması gösteriliyor. Cinsiyetçi tanımlamalarına devam eden sözlükte erkek sözcüğü ise hala “sözüne güvenilir, mert” olarak tanımlanırken kadın sözcüğü içinse “Analık veya ev yönetimi bakımından gereken erdemleri, becerileri olan” tanımlaması uygun görülüyor.
Müsait kelimesinin anlamını “flört etmeye hazır olan, flört eden (kadın)” olarak tanımlayan AKP iktidarının TDK başkanı topu geçmişe atıp “o ifade 1983 yılında sözlüğe girmiş” diyerek bir başka gafa imza attı. Başkan ağzındaki baklayı da çıkarmış oldu böylece. Bir kez daha gösterdiler ki 12 Eylül darbecileri ile AKP bürokratları arasında zihniyet, ahlak ve algı farkı yoktur. Onlar katil ve tecavüzcü çetesidir.  Oysa daha iki sene önce ayrımcı, ayrıştırıcı, aşağılayıcı kelimelerin/deyimlerin sözlükten çıkarıldığını propaganda eden yine bu iktidardı.
Türk Dil Kurumu (TDK), Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca pek çok vesileyle en çok tartışılan kurumlardan biri olmuştur. Çünkü her gelen iktidar kendi kültürüne ait kelimeleri/tanımlamaları empoze etmek istemiştir. Türkçe Güncel Sözlük’ün bu kadar çok güncellenmesinin sebeplerinden biri de budur.
“Üzgünüz bay iktidar, sizin sapıklığınıza müsait değiliz.”
12 Eylül darbecileri, Atatürk‘ün öncülüğünde kurulan Türk Dil Kurumu’nu kapattı, Atatürk’ün vasiyetinden çıkardı, bir devlet kuruluşuna dönüştürdü. Yönetici olarak da, Türkçeye karşı Osmanlıca’yı savunanlar getirildi. Uzmanlıkları tartışılır bu kimseler, eski Türk Dil Kurumu’nun yaptığı işleri tersine çevirmeyi iş edindi kendine. Sadece sözlük çalışmalarında değil genel anlamda Türkçe üzerine çalışmalar bu minvalde yapıldı. Bilhassa imla kılavuzundaki değişiklikler oldukça fazladır. Bugün bile kimi yayıncılar 12 Eylül’den önceki ve sonraki imla kılavuzu demekte ve kendi seçimlerini buna göre belirlemektedir.
Bugün kadınlarımızın haklı öfkesini çeken “müsait” sözcüğünün anlamı da bu sözde uzmanların bir eseridir!
Müsait kelimesinin anlamını “flört etmeye hazır olan, flört eden (kadın)” olarak tanımlayanlar, kötü kadın’ı orospu olarak tanımlayanlar sadece kadınlara değil, çocuklara ve çocukluğumuza da el ve dil uzatmış bulunuyor. Çünkü biz, “müsaitseniz annemler size oturmaya gelecek” cümlesiyle büyümüş bir nesiliz. Dahası “müsait yerde inecek var” demeye devam ediyoruz.
Son bir senede olup bitenlere bakıldığında özetle söylemek gerekirse; çocukların polis kurşunuyla katledildiği, “başınızı örtmezseniz Özgecan gibi olursunuz” deyip, ilkokul çocuklarına dahi tecavüzü mübah görenlerin din öğretmeni veya idari amir olduğu, camına kartopu geldi diye “polis, asker ve hakim olan esnafın” güzel ve nitelikli bir insanı, bir gazeteciyi kolayca öldürebildiği yeni bir Türkiye‘deyiz. Artık canımıza tak ediyor bazı şeyler. Artık hayatımızı gasbediyor bunların yeni Türkiye’si...
Çağlar Mirik / Gezite 13.03.2015
http://gezite.org/musaitlestiremediklerimizden-misiniz/


Melih Cevdet Anday 100 Yaşında...

Melih Cevdet Anday (13 Mart 1915 – 28 Kasım 2002)
* * *
Ve ocaktan çorbanın kokusu geldi demin
Burun deliğine kedinin ve köpeğin.
Rafta kitaplar, mavi bir şişe ve gül
Donmuş kalmışlar tek başlarına.
Duvarda bir resim, resimde kalabalık
Köy alanı, çocuklar, çember ve zaman.
Breughel nasıl da toplamış bunca
Ortaklığı ve uyumu biraraya,
Çünkü saatler dardır, sığdırılmaz.
Güneşte her şey çözülür gider bir yana...

13 Mart 1982, İdam Edilen Üç Tariş İşçisi ve Direnişçisi...

13 Mart 1982’de, İzmir / Buca zindanı üç genç devrimcinin idamına tanıklık etti.
Necati Vardar, Seyit Konuk ve İbrahim Ethem Coşkun, MHP İzmir il sekreteri Turan İbrahim ile müteahhit Nuri Yapıcı’yı öldürdükleri gerekçesiyle idama mahkum edildi. Tariş direnişinin sembolleri ve işçi kimliğiyle idam edilen ilk devrimciler oldular. 1 Mayıs 1981′de mahkeme idam kararlarını verdi, onlar ise “Bugün işçi sınıfının birlik, dayanışma ve mücadele günüdür. Bu şerefli günde yargılanmayı reddediyor, sizleri 1 Mayıs şehitleri için bir dakikalık saygı duruşuna davet ediyoruz” diyerek idam kararına tavırlarını ve soğukkanlılıklarını gösterdiler. İdam cezaları 13 mart 1982′de infaz edilmiştir.
Bilgi: Tariş Direnişi
Tariş Direnişi, 12 Eylül Darbesi’nden hemen önce, İzmir'de gerçekleşen büyük işçi direnişidir. Direniş, çevresindeki diğer fabrikaları ve işçi mahallelerini de etkisi altına alarak son derece etkili olmuştur. 1980’de işçi sınıfının devrimci mücadelesinde aldığı ağır yenilgi, burjuvazinin uygun koşulları yaratmaya çalıştığı bir dönemin ardından gerçekleşmişti. 1977 1 Mayıs’ında kitleleri pasifize etmeye dönük saldırısı, üniversitelerde devrimci gençlik hareketinin karşısına faşist hareketi her türlü destekle çıkarması ve katliamların yaşanmasına neden olması, Maraş Katliamı ve son olarak da Kemal Türkler’in katledilmesi, 12 Eylül darbesine uzanan zincirin halkalarını oluşturuyordu. Tariş Direnişi de bu zincirin bir halkasını oluşturdu. 
İzmir'in Gültepe semtinde 1973 yerel seçimlerinde seçilip iki dönem belediye başkanlığı yapan Aydın Erten Tariş Direnişi'ne destek verdiği, işgal sırasında işçilere kumanya dağıttığı için 12 Eylül Darbesi yönetimi tarafından gözaltına alınmış ve işkence görmüştür.
(Detaylı bilgi edinmek için: http://www.yurtsuz.net/News.aspx?newsid=540#.VQMEINKsVsU)
O günlere ait çarpıcı bir afiş...

10 Mart 2015 Salı

Grup Yorum eyleminde Berkin Elvan...

2012'de, Grup Yorum eyleminde Berkin Elvan... 
Berkin Elvan diyor ki: "Grup Yorum Susturulamaz!" 
Grup Yorum, 11 Mart, saat 12.00'de Okmeydanı'nda, Berkin'in vurulduğu yerde olacak ve Grup Yorum ile birlikte şarkılar Berkin için söylenecek...
(Foto: Çağlar Mirik)

Halkın Ekmeği
Bilin: Halkın ekmeğidir adalet.
bakarsınız bol olur bu ekmek, bakarsınız kıt,
bakarsınız doyum olmaz tadına, bakarsınız berbat.
Azaldı mı ekmek, başlar açlık,
bozuldu mu tadı, başlar hoşnutsuzluk boy atmaya.

Bozuk adalet yeter artık!
Acemi ellerle yoğurulan, iyi pişirilmemiş adalet yeter!
Yeter katıksız, kara kabuklu adalet!
Dura dura bayatlayan adalet yeter!

Bolsa insanın önünde ekmek, lezzetliyse,
gözler öbür yiyeceklere yumulsa da olur.
Ama her şey bollaşmaz ki birdenbire…
Bilirsiniz, nasıl bolluk doğurur ekmek:
Adaletin ekmeğiyle beslene beslene.

Ekmek her gün nasıl gerekliyse nasıl, 
adalet de gerekli her gün,
hem o, günde birçok kez gerekli.

Sabahtan akşama dek, iş yerinde, eğlencede,
hele çalışırken canla başla,
kederliyken, sevinçliyken,
halkın ihtiyacı var pişkin, bol ekmeğe,
günlük, has ekmeğine adaletin.

madem adaletin ekmeği bu kadar önemli,
onu kim pişirmeli, dostlar, söyleyin?

Öteki ekmeği kim pişiren?

Adaletin ekmeğini de
kendisi pişirmeli halkın,
gündelik ekmek gibi.
Bol, pişkin, verimli.
Bertolt Brecht

Birleşik Haziran Hareketi'nden Berkin için...

Çocuklarımız sadece şeker değil evlerine götürdükleri ekmeği de yiyebilsinler diye...
Tarih, hiçbir diktatörü ve çocuk katillerini unutmayacak!..

8 Mart 2015 Pazar

Berkin için Haziran Çağırıyor!

Berkin için Haziran Çağırıyor!
Tarih: 11 Mart Çarşamba Saat: 19:00 Alsancak Kıbrıs Şehitleri ÖSYM önü

8 Mart Üzerine...

Devletin en tepesinden toplumun en küçük birimindekilerine kadar yeri geldiğinde kadınları ikinci sınıf varlık konumuna sokanlar, aşağılayanlar, her türlü tacizde beis görmeyenler kadın cinayetlerinde nasıl da birer kadın savunucusuna dönüşüyorlar. Çünkü günü / gündemi kurtarıyorlar, sosyal medyada atacak nutuklarına, tweetlerine en sıcağından malzeme çıkıyor. Kadının emeğini, statüsünü, yaptıklarını, namusunu sorgulayanlar, yaşamın, toplumun dışına itenler, üç kuruşa muhtaç edenler, kötü yola düşürenler, kadının sırtından para kazananlar, kadın için timsah gözyaşı dökenler kutlamasın bu günümüzü!..
(Görsel: Sefer Selvi)

Baba Beni Okula Gönder!..

Doğarken seçemediği cinsiyeti yüzünden insanların yaşadıkları ne kadar adil, ne kadar kabul edilebilir diye düşünüyorum çokca. Küçük bir kız çocuğunun bilinçaltına yerleştirilen “gelecekte kadın olmanın dayanılmaz ağırlığı” çok şeyin temelini de atıyor aslına bakarsanız… Kadınların ezilmişlikleri önce ailede başlıyor, yani toplumun en küçük yapı taşında ve en küçük yapı taşında yeşeren bu bilinç gelecekte toplumun içinde sağlam bir ağaç olmaya çoğu zaman yetmiyor ne yazık ki…. Her ağacın kurdu özünden olurmuş, belki de her kadının yaşadığı sıkıntı aileden başladığı için toplum genelinde korkunç bir hal alıyor..
Toplumun kültürel boyutları, gelenekler, görenekler, üstüne bir de iktidarların kadına bakış açısı kadını ikinci sınıf bir varlık konumuna sokuyor. Okuma yazma bilmeyeninden profesörüne kadar çoğu kadın eşinden dayak yemekte, bu ne acı bir gerçektir!.. Erkeğin eş diyerek hayatını paylaşmayı kabul ettiği kadını sırf istemediği nedenlerden dolayı, çoğu kez de suçsuz yere dövmesi (ki suçlu bile olsa cezası asla dayak olmamalı), ona acı vermesi, sonra da o kadından kadınlık beklemesi… Bir erkeğin çürükler içinde bıraktığı yüze öpücük kondururken neler hissettiğini çok merak ediyorum, hiçbir şey olmamış gibi kırdığı kolun, elin pişirdiği yemeği kaşıklarken, morarttığı vücutla yatarken neler düşündüğünü…
Küçücük kızlara tecavüz edenler, yeğenine, kardeşine tecavüz edenler, gece yatağında uyuyan herşeyden habersiz kızına tecavüz edenler, beşikteki bebeklere tecavüz edenler, yetinmeyip katledenler… Tecavüz ettikleri kadın, potansiyel dekolte suçluları!.. Bir de bu çıktı karşımıza, dekolte giyen kadın tecavüze uğramışsa eğer, dekolte giyindiği için başına geleceklere de razı olmalıydı… Bu fikri tartışmak bile bizleri kaç yüzyıl gerilere götürüyor da, kadınlar giyimleri kuşamları için ve belki de sırf kadın oldukları için hala kendilerini savunmak zorunda bırakılıyor….
8 Mart emekçi kadınların günüdür, her kadın doğuştan emekçidir.. Gözlerini hayata açtığı andan itibaren mücadele etmesi gereken bir dünya ve yaşamın gerekleri için emek vereceği bir süreç başlar çünkü… Emek büyük bir gücün göstergesidir, gücü olmayan emek veremez, güç de zaten yürekten gelir… Kadınlar bu nedenle güçlüdür, kocaman yüreklerine hem analığı, hem avratlığı, hem bacılığı sığdırabildikleri için…
“Baba beni okula gönder”.. En doğal hakkım için senin ağzından çıkacak bir sözle belki geleceğim kurtulacak baba!! “Baba beni okula gönder”.. Bu bile pek şeyi özetlemek için yeterli sanırım….
Küfürlerin içeriğinin kadınlar üzerine örüldüğü, töreler nedeniyle sokak ortasında öldürülen kadınların cenazelerinin ortada kaldığı, tecavüz edilip suçun kadına yıkıldığı, dayakla, eziyetle bastırıldığı, sığınma evlerinde barınmak zorunda bırakılmış, yersiz, yurtsuz kadınların geleceklerinin meçhul olduğu bir ülkede kadın olmanın dayanılmaz ağırlığı ile 8 Mart kutlu olsun… Kırmızı karanfillerin üzerine daha fazla kanın damlamayacağı aydınlık günlere…
Saadet Demir Yalçın

6 Mart 2015 Cuma

8 Mart'a Doğru...


Chávez - Venezüella ve Yeni Latin Amerika / Aleida Guevara, Hugo Chávez İle Röportaj

Chávez-Venezüella ve Yeni Latin Amerika-Aleida Guevara
Hugo Chávez İle Röportaj

“Bu bir başka Venezüella, burada dünyanın en yoksulları, kendilerini lanetli geçmişlerinden kurtarabileceklerini bilirler. Bu, bir başka Latin Amerika…” Hugo Chávez

Bu kitap, Venezüella Başkanı Hugo Chávez ile efsanevi devrimci Che Guevara’nın kızı Aleida Guevara’nın olağanüstü görüşmelerini belgelendiren bir eser. Aleida Guevara, küreselleşme karşıtı mücadelenin önde gelen isimlerinden. Bu uzun süreli ve geniş kapsamlı röportaj sırasında, Chávez, Venezüella için beslediği güçlü milliyetçi vizyonunu, Bolivarcı devrimin dünya çapındaki önemini, birleşik Latin Amerika için verdiği sözü dile getiriyor. Dikkati çekecek kadar samimi geçen görüşmede konuşulanlar, Chávez’in kişisel politik formasyonunu, Che’nin düşünce mirasını ve bugünkü Latin Amerika için oluşturduğu örneği de kapsıyor. Ekte, 2002 Nisan darbesinin yenilgiye uğratılmasında önemli bir rol oynayan ve bugün, geleneksel Venezüella ordusunun halk ordusuna dönüştürülmesi projesinde ön planda görevlendirilen Venezüella Savunma Bakanı Jorge Garcia Cameiro ile yapılan bir röportaj yer alıyor.

Yazar: Aleida Guevara
Çevirmen: Nadiye R. Çobanoğlu
Yar Yayınları

4 Mart 2015 Çarşamba

"Seyfi Turan Şiiri" Kitabında Karikatürlerim...

Hakkari’de 2009 yılında polis tarafından dipçikle dövülerek komaya sokulan 14 yaşındaki Seyfi Turan için yazılan ve katledilen tüm çocuklara adanan; Almanca, Arapça, Ermenice, Farsça, Fransızca, İbranice, İngilizce, İtalyanca, Kürtçe, Lazca, Süryanice, Yunanca ve Zazaca dillerine çevrilen kolektif şiir, Orhan Alkaya ve Fergun Özelli tarafından yayıma hazırlandı ve kitap Eylül 2014'de yayınlandı. 




2 Mart 2015 Pazartesi

Yaşar Kemal By Carlos Latuff...


Güle Güle Şadan Eren...


12 Eylül faşist darbecileri tarafından “Asmayalım da besleyelim mi?” denilerek 17 yaşında idam edilen Erdal Eren’in annesi Şadan Eren bugün yaşamını yitirdi.
1939 Şebinkarahisar doğumlu olan Şadan Eren, 17 yaşında Ahmet Eren’le evlendi. 5 çocuk sahibi olan Şadan Anne, darbeden sonra 1981 yılında oğlunu, 1984’te ise eşi Ahmet Eren’i kalp krizinden kaybetti. Eşini kaybettiği yıl bir askeri aracın çarpması sonucu ölümden dönen Şadan Eren bugün 3 aydır Ankara’da tedavi gördüğü hastanede çoklu organ yetmezliğinden hayatını kaybetti.
Şadan Eren’in cenazesi Çarşamba günü Karşıyaka Mezarlığındaki camide kılınacak öğlen namazının ardından eşiyle aynı mezara defnedilecek.
Oğlunu yitirdikten sonra adını anamayan Eren’in ardından akıllarda şu sözleri kaldı: “Ben Erdal diyemiyorum, çok kötü oluyorum. O daha çocuktu. Ben Kenan Evren ölmesin, sürünsün istiyorum. Kimsenin evlat acısı çekmesini istemem.” (Ankara/EVRENSEL)