Visitors

http://www.geovisites.com/pt/directory/artes_artes-plasticas.php

31 Mayıs 2014 Cumartesi

İleri Demokrasiden Kareler...

İleri demokrasiye sahip ülkemizden Taksim Gezi Parkı direnişinin yıldönümünden kareler!.. 
Ve yabancı ajanslar Taksim'deki müdahaleyi dünyaya bu fotoğraflarla duyurdu...

İleri Demokrasi...

Değişen tek şey polis üniformaları...

Tarihe Bir Not...

EGE'DEN - GEZİyorum Sokaklarda!.. SERDAR KIZIK
İnsana, yaşam hakkına, özgürlüğe, düşünceye, aşka karşısınız!..
Onun için...
Gezi'nin yıldönümünde yeniden “çapulcular” diyorsunuz. Korkutuyor, sindirmeye, bastırmaya çalışıyorsunuz. Halkın başkaldırısına “dış güçler” diyorsunuz. Size muhalefet edenlerin iradesini yok sayıyorsunuz. Bu toplumun büyük çoğunluğunun itirazını, çeşitli provokasyonlarla boğmaya kalkıyorsunuz. Biber gazıyla, TOMA'larla saldırıyorsunuz. Yetmiyor, kurşunluyor, öldürüyorsunuz. Suçsuz günahsız insanları ibadethanelerde vuruyorsunuz. Tekmeliyor tokatlıyor, anaları ağlatıyorsunuz. Gaz fişekleriyle hedef alıp, kör ediyorsunuz. Eli çivili sopalarla sokaklara saldığınız güvenlik güçlerini, bir türlü açıklayamıyorsunuz.

* * *
Onun için...
Camide içen yok, türbanlı kadınlara saldıran yok ama hala yalan söylüyorsunuz.
Terör örgütü lideriyle görüşen, pazarlık yapan siz değilmiş gibi, Gezi'dekileri Atatürk'ün ve bölücü başının posterlerini yan yana taşımakla suçluyorsunuz.
Bu yolla bilinçaltılarda garip bir ortaklık kurma acizliğine düşüyorsunuz.
Ayyuka çıkan yalanları sürdürüyorsunuz. Hakaretleriniz, öfkeleriniz, kindarlığınızla bağırıyor, çağırıyorsunuz
Hak, hukuk ve adaleti hepten kaldırdınız. Kendinizden olmayanları ötekileştiriyor, yabancılaştırıyor, neredeyse halktan saymıyorsunuz...
* * *
Onun için..
Derin tezgahlar, kumpaslar kuruyorsunuz. Provokasyon peşindesiniz.
Yüzü maskeli, silahlı, molotof atan, kimliği belirsiz provokatörleri ortaya salıyorsunuz. Hakkını arayanlar savunanlar, boyun eğmeyenler biat etmeyenleri dize getirmek için ne tür planlar kuruyorsunuz. Milletin “a... koyan” iş adamlarıyla havuz medyası kurmanın yollarını arıyorsunuz. Yoksul madencileri yandaşlarınızın karanlık çukurlarında ölüme gönderiyorsunuz.
Sevgisizsiniz, katı, hoyrat, öfkeli, yüreği kara. Kinci, dinci, biatçı nesiller peşindesiniz. Boyun eğdirme niyetiniz zalimliğe vardı. Sinir uçlarımıza, ruh hallerimize dokunuyorsunuz...
** *
Onun için..
Düşman bellediniz. Sürekli saldırıyorsunuz. Mutsuz olmamızı istiyorsunuz, umutsuz kalmamızı. “Ya bu ülkede eşek gibi sessizce yaşayacaksınız ya da defolup gideceksiniz” diyorsunuz. Ama yağma yok, gidecek başka yerimiz yok, buradayız. Bu ülke, parklar, meydanlar, sokaklar halkın. Sevdamızdır bu topraklar. İstemeseniz de, onurumuzla, insanlığımızla, iyilik ve güzelliğimizle bu ülkede varız, yaşayacağız. Eşitlikçi, paylaşımcı, adil, sömürüsüz bir düzen istiyoruz. Zulüm bitecek, zalim gidecek bir gün. Bu halk size boyun eğmeyecek...
Direneceğiz, haklıyız ve kazanacağız...

Cumhuriyet Ege Eki - 31.5.2014


Sefer Selvi - Evrensel...


Sinan Cemgil...

Babası Adnan Cemgil'in, Sinan Cemgil öldürüldüğünde onu ihbar eden köylülere yönelik söylediği sözler bir anlamda Türkiye gerçeğinin de aynası...

Dialogue in Turkey by Tom Janssen - Netherlands...


Bandosol - Gezi'nin 48 Saati...


Taksim Gezi Parkı Direnişi 1 Yaşında...


28 Mayıs 2014 Çarşamba

#31MayıstaTaksime #GeziyeDönüyoruz #GeziyiHatırlat

Kemal Aratan çizgisiyle...
"Ne hoş bir güzelliği vardır, hafif adımlarla, dünyadan gülümseyerek geçenlerin..." - Virginia Woolf
#31MayıstaTaksime #GeziyeDönüyoruz #GeziyiHatırlat

Nükleer santral inşaatı başlıyor... Durdurmak için son günler!

Nükleer konusundaki skandallarıyla ünlü Rosatom Şirketi, Mersin Akkuyu’da kurmayı planladığı nükleer santralin Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Raporu'nu 3. kez Çevre Bakanlığı'na sundu.
Hükümetin ısrarlı tutumu ve ikna çabalarına rağmen, halkın itirazları ve projedeki eksiklikler nedeniyle Akkuyu santrali henüz tüm onayları alamadı. Hep beraber bu projeyi durdurabiliriz.
Yeni Çevre Bakanı İdris Güllüce; çevrenin, insan sağlığının, gelecek nesillerin felaketi olabilecek bu plana acilen dur demeli.
Rosatom’un kurmayı planladığı bu santral için daha önce 2 kez ÇED raporu hazırlanmış, ikisi de Çevre Bakanlığı’ndan geri dönmüştü. Şimdi 3. rapor da reddedilmeli, çünkü...
İstanbul ve çevresi de tehdit altında.
Santralden çıkan nükleer atıklar Rusya’ya transfer edilirken boğazlardan geçecek. Dünyada her yıl, nükleer madde taşımacılığında en az iki kaza yaşanıyor. İstanbul Boğazı en tehlikeli kaza alanlarından biri.
Akdeniz foku ve caretta caretta'lar yok olma tehlikesiyle karşı karşıya.
Santralin kullandığı soğutma suyu Akdeniz'de su sıcaklığının artmasına neden olacak ve tüm deniz yaşamını tehdit edecek.
Sorumluluk alan yok..
Olası bir kazada küçük bir miktar dışında sorumluluğu alacak kimse yok. Kaza olursa milyonlarca dolar halkın yani senin cebinden çıkacak. Rosatom'un ise hiçbir sorumluluğu yok.
Türkiye nükleer istemiyor.
Türkiye’nin %64'ü nükleer santral istemezken, %82'si nükleer santrallere yakın yaşamak istemiyor.
Acil durum planı sadece 5 km çapını kapsıyor.
Oysa bir kaza olması durumunda Türkiye'nin tamamı ve komşu ülkeler de radyasyondan etkilenecek.
Hep beraber, çevre bakanı İdris Güllüce’den, çevrenin, insan sağlığının, gelecek nesillerin felaketi olabilecek bu plana dur demesini sağlayalım.
2000 yılında Nükleer Karşıtı Platform ile yapılan etkinlikler ve harekete geçen insanlar sayesinde, nükleer enerji ihalesini iptal ettirebilmiştik. Şimdi benzeri bir sorunla karşı karşıyayız. Bu sorunu ancak birlikte aşabiliriz. Şimdi harekete geç, imzanı atarak başla, nükleer santral tehdidini birlikte durduralım.
http://nukleer.greenpeace.org/?facebook_formaycicegi

27 Mayıs 2014 Salı

27 Mayıs Posta Pulu

“27 Mayıs’ın 1. Yıldönümü” Türkiye Cumhuriyeti 60 kuruşluk posta pulu.

Bülent Habora...

Yoğun gündemin arasında gecikmiş bir veda...
“Ben Dünyayım” diyen Bülent Habora’yı dünya işçi sınıfının uluslararası birlik, mücadele ve dayanışma günün olan 1 Mayıs'ta sonsuzluğa uğurladık. Güzel İşçiler isminde de bir kitabı olan Bülent Habora yaptığı çevirilerle, yayınladığı kitaplarla, yazdıklarıyla bize başka bir dünyayı taşıdı. O, emekçi bir yazar ve yayıncı olarak geride bıraktığı mirasla hep bizimle olacak...
Kültür dünyamıza şiir, roman, anı, gazete yazıları, röportaj, güldürü ve deneme türündeki eserlerinin yanı sıra çevirileriyle de katkıda bulunan ve Habora Yayınlarını kurup 30 yıl tek başına ayakta tutan Bülent Habora’nın 60. sanat yılı 27 Nisan 2014'de, İzmir TÜYAP Kitap Fuarı'nda çeşitli etkinliklerle kutlanmıştı.

27 Mayıs Çorum Olayları...

Çorum'da 1980 Mayıs-Temmuz aylarında meydana gelen, siyasi ve dini temelli olarak ortaya çıkan kanlı olaylarda ülkücülerin, Alevi mahallesi olarak bilinen Milönü mahallesine saldırması üzerine, çoğu Alevi olmak üzere resmi kaynaklarca 57 sol görüşlü yurttaşın ölümü ve yüzlercesinin yaralanmasıyla sonuçlandı.

Sefer Selvi'den...


"Gezi zekalılar" olarak iş başındayız!..


Taksim Gezi Parkı Direnişi 1 Yaşında...


26 Mayıs 2014 Pazartesi

Etem Sarısülük davasından...

Bir gencin yaşama hakkını elinden aldıktan sonra susma hakkı!..

Kapitalizm ve Demokrasi

Ülke olarak her iktidar döneminde bu sahneleri yaşamamızın sonunun gelmesi ve aydınlanmamız umuduyla...
Kapitalizm ve Demokrasi - Paylaşım: Anonymous ART of Revolution
(İspanya - Rodea el Congreso 25S görsellerinden...)

Dinle Anadolu, yitip giden senin hikâyendir…

Yedi yaşında kimsesiz kalınca doğaya sığındı. Bir daha da geriye dönmedi. Dedesinden kalan mendil kadar tarlada ürettikleriyle kırk yıl bölge köylerini besledi. İşte Toroslar’da küçük bir çocukken sığındığı doğanın dilini çözerek kendi kendine yetmenin kitabını yazan Hasan Dayı’nın inanılmaz öyküsü...
Yıl 1914. Antalya, Isparta ve Konya’nın coğrafi sınırlarının kesiştiği bir bölge. Torosların en güzel yaylalarını, dağlarını barındıran bir coğrafya. Tota, Kuyucak ve Dedegöl dağlarının ortasında derin bir vadi. Vadinin tam ortasından kıvrıla kıvrıla akan nehrin adıyla anılan Yukarı Köprüçay Havzası. Yukarı Köprüçay Havzasında büyüklü küçüklü onlarca köy bulunuyor. İşte bu köylerden biri olan Darıbükü’nde yaşayan Hasan Demir, 1914 yılında, tam da savaşın ortasında gözlerini açtı dünyaya. Yedi yaşındayken babasını kaybedince annesi yakın köyden bir başkasıyla evlendi. O annesiyle gitmedi. Bir süre yakınlarının yanında yaşadı. Ancak o uzakları düşlüyordu. Yaşadıkları onu hızla büyüttü. Gözü dağlardaydı. Elma deresi denilen bölgeye gitti. Dedesinden kalan mendil kadar tarlayı sürdü ve buğday ekti. Buğdaylar topraktan çıktığında daha da büyüdüğünü anladı. Artık yaşayacağı yeri seçmişti.
Hasan Demir, Elma deresinin yamacındaki düzlüğe, aynı derenin taşlarından bir ev, karşısına da bir bahçe yaptı. Dünyanın en güzel eviydi. Dere taş getirdi bahçesinin kenarlarını duvarla ördü. Dere ağaç getirdi, çitle çevirdi. Dere su getirdi, toprağı suladı. Güzle’nin yaşlı, kurumuş ağaçlarından bir köprü yaptı, Elma deresiyle evini, eviyle bahçesini birbirine bağladı. Hasan Demir biraz daha büyüdü…
BANA TEK BİR TOHUM GETİRİN, DÜNYAYI YERİNDEN OYNATAYIM!
Elma deresinin kıyısında bir dünya kuruldu. Torosların bereketli coğrafyasında, Yukarı Köprüçay Havzasının tam ortasında saklı bir cennet. Hasan Demir de o cennetin Adem’i. Havva’sını bulması uzun sürmedi. Evlendi. Çocukları oldu. Çocuk yetiştirir gibi ağaç yetiştirdi. Al yanaklı elmalar, altın sarısı armutlar, salkım salkım asmalar, dutlar, kirazlar, ayvalar… Doğanın dilini çabuk çözüyordu. Toprağı, ağaçları dinliyor, arılarla kuşlarla konuşuyor, sincaplarla dost oluyordu. Karısıyla kaderleri bir yerde ayrıldı. Karısı öldü. Karısını da, acısını da toprağa gömdü. Köyden yarım günlük yol boyu uzaktaydı. Ancak o yarım asra yakın köye gitmedi. Nazım’ın şiirinde anlattığı, “Topraktan öğrenip, kitapsız bilenlerdendi.” Topraktan öğrendiklerine yenilerini ekledi. Ziyaretine gelenlerden tek bir şey istiyordu; yalnızca tek bir tohum. Fasulye, buğday, şeftali ya da susam. Ne olursa. “Tek bir tohum getirin gittiğiniz yerden bana” diyordu. Askere gidenlerden, gurbete gidenlerden, giden herkesten tek bir tohum. 
Nasıl olursa…
KENDİ KENDİNE YETMENİN KİTABI YAZILIYOR
Hasan Demir tohumlar geldikçe daha da büyüdü. Gelen tohumları Elma deresinin kenarındaki bahçesine ekti. Pırasa, havuç, lahana, turp, çilek, aklınıza ne gelirse. Elma deresinin suyuyla dünyanın en lezzetli sebzeleri çıktı topraktan. Yaşlı meşelerden karakovan yonttu, içini arılarla doldurdu. Terazi, düven, yaba, kaşık… Yaşlı karaağaçlardan yaşamını yonttu. Doğadan öğrendikleriyle acıyı bal eyledi. O bir yaşam ustasıydı. Yaşayarak ustalaştı. Dağların ve suların dilini kendi diliyle birleştirdi. Aynı dili konuşmaya başladıklarında, o dille dünyanın en eski kitabını yazmaya başlamıştı; kendi kendine yetmenin kitabı. Yazdıkları giderek bir ansiklopediye dönüştü. A’dan Z’ye her maddesi için söyleyecek sözünün olduğu bir yaşam ansiklopedisi.
YEŞİLÇAM’IN EZBERİNİ BOZAN HASAN DAYI…
Kendi kendine yetmeyi öğrenen Hasan Demir, ürettiklerinin başkalarına da yetebileceğini düşündü. Düşündüğü gibi de oldu. Havuçlarını, çileklerini, elmalarını tadanlar bir daha vazgeçemediler. Hele de o dillere destan domatesler. Etraftaki köylerde adı çoktan konuşulmaya başlanmıştı. Güldallı, Darıbükü, İbişler, Kasımlar, Kesme, Kartoz, İncedere… Adı köylerde anıldıkça biraz daha büyüdü Hasan Demir. Artık heskes ondan ‘Hasan Dayı’ diye söz ediyordu. Soyadını herkes unuttu. Kendisi bile. Bölgedeki köylerden gelen kadınlar, adamlar, çoluk çocuk herkes yarım günlük, bir günlük yolu katedip Hasan Dayı’nın Elma deresindeki bahçesine koşuyor, her türlü ihtiyacını karşılıyordu. Yeşilçam filmlerinde bolca kullanılan “Kasabaya alışverişe gidiyorum” repliklerini tersine çevirmişti Hasan Dayı. Kasaba O’na, dağ başına alışverişe geliyordu. Ektiği sebze- meyvelerin kendi ihtiyacı dışında kalanlarının bir kısmını taze olarak satıyor, kalanını ya kurutuyor, ya da toprağa gömerek kış için ayırıyordu. Ne bir buz dolabı ne de bir depo. Doğayla aynı dili konuşarak yazdığı ansiklopedinin sayfalarını çeviriyor, hangi sebzeyi nasıl kurutacağını, hangi meyveyi nasıl toprakta saklayacağını eliyle koymuş gibi buluyordu. Hasan Dayı ürettiklerini depolamak için kuyular kazdı. Yüzlerce kilo sebzeyi kış boyunca bozulmadan, donmadan korumanın yollarını geliştirdi. Kentte sebzeler ancak mevsiminde tüketilirken, Hasan Dayı yılın 12 ayı taze sebze bulunduran bir büyücüye dönüşmüştü…
Hasan Dayı’nın Elma deresinde kurduğu dünyadaki krallığı tam 79 yıl sürdü. Kırk yıl zorunlu haller dışında hiç köye inmedi. Kırk yıl zorunlu haller dahil bütün köylüler O’na gitti. Yedi yaşında bir öksüz olarak başladığı yaşamla olan mücadelesini, doğayla aynı dili konuşarak kurduğu dünyasında kimseye muhtaç olmadan, ‘ihtiyaç olunan’ olarak tamamladı. Hasan Dayı, 1993 yılında Elma deresinin yamacındaki evinde öldü. Küçük evinin verendasından seyrettiği Elma deresine veda ettiğinde 79 yaşındaydı. Elma deresi yoldaşını, derenin kavuştuğu Yukarı Köprüçay Havzası da bir yaşam bilgesini kaybetmişti. Torosların kendi kendine yetme ustasının yokluğu asla unutulmadı.
Hasan Dayı, Anadolu’daki yaşam bilgeliğinin binlerce yıllık sessiz ortağından biriydi.
Dinle Anadolu, yitip giden senin hikâyendir…
Yusuf YAVUZ
Kaynak: http://gazeteciyazaryusufyavuz.wordpress.com/

25 Mayıs 2014 Pazar

Bizim Gazete'den...


Miner's Son...

Madencinin Oğlu... 
Ölüm madenciliğin fıtratında, kaderinde vardır diyerek üstü örtülen büyük bir facianın daha ateşi sönmeden değiştirilen ülke gündeminin hızına yetişmek neredeyse imkansız hale geldi. Yarından itibaren pek çok madenci Soma'da yine işbaşı yapacak, acıları daha küllenmeden yerin yedi kat dibine inecekler, yanyana çalışıp molalarda yemek yiyip su içtikleri ve kazaya kurban verdikleri arkadaşlarını yad ederek, içleri kan ağlayarak, acılarını kömür karasına gömerek... Ve çoğu madenci oğluyla aynı kaderi paylaşmaya devam edecek. İş imkanları elinden alınmış, sınırlandırılmış, taşerona teslim edilmiş maden ocaklarının bulunduğu şehirlerde madencilerin oğulları başka çareleri olmadığı için madenlerde çalışmaya başlayacak yine. Üniversite mezunu olup iş bulamayan gençler, ataması yapılmayan öğretmenler çareyi madende çalışmakta bulacak. Olası kazalarda baba ve oğullarının yanyana, el ele çıkarılacak cansız bedenleri... Bazı ocaklara iki hatta üç ateş birden düşecek. Ölüm madenciliğin kaderinde yok, olmamalı ama madencilik, madenci oğlunun kaderine yazılıyor ne yazık ki...

Unutma, unutturma!..


Maskelenmiş vicdanlar...


Sefer Selvi'den...



19 Mayıs 2014 Pazartesi

Soma Katliamında Tarım Politikalarının Payı

Soma maden faciasının gerçek nedenlerinden olan önemli bir nokta:
Soma Katliamında Tarım Politikalarının Payı
Çiftçi-Sen, uygulanan tarım politikalarıyla milyonlarca üreticinin topraklarından kopartılarak ucuz iş gücüne dönüştürüldüğünü, ucuz iş gücünün ortaya çıkmasıyla da sermayenin tehlikeli ve güvencesiz koşulları dayattığını belirterek Soma katliamının bu sürecin bir sonucu olduğuna vurgu yaptı.
Soma’da yaşanan katliamla ilgili olarak Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu Çiftçi-Sen, Genel Sekreteri Ali Bülent Erdem ve Genel Örgütlenme Sekreteri Adnan Çobanoğlu imzasıyla yazılı bir açıklama yaptı.
Neoliberal politikaların acı sonuçlarını her alanda gösterdiği ifade edilen açıklamada Soma’da yaşananın bir “Kaza Değil Katliam” olduğuna dikkat çekildi. Açıklamada “Uygulanan tarım politikaları sonucunda, birçok üründe üreticiler, üretimden uzaklaştı. Topraklarından kopartılan milyonlarca üretici, şehirlerde düşük ücretli, güvencesiz ve tehlikeli iş koşullarında çalışmaya başladı. İşinden edilen yoksul çiftçiler, şehirlerde işsizler ordusuna katıldı, ucuz iş gücü haline getirildi. Kırsal alanlarda tarım arazileri maden ve taş ocaklarıyla doldu. Tarımdan kopartılan çiftçilere dayatılan yegane çalışma alanı da bu güvencesiz iş alanları oldu. Soma kömür madenleri de topraklarından koparılmış bu çiftçilerin aç kalmamak için çalıştığı güvencesiz alanlardan birisidir. Tarımı bırakan bu çiftçiler özelleştirilen madenlerin ucuz iş gücünü oluşturmuştur” tespitlerine yer verildi.
Bu konudaki görüşlerini Çiftçi-Sen olarak defalarca dile getirerek, uygulanan tarım politikalarının korkunç sonuçları konusunda herkesi uyardıklarını ve uyarmaya da devam ettiklerine yer verilen açıklamada, “Soma, bütün olup bitenlerin en gözle görülür halidir. Tütün Yasası ve Tekel’in özelleştirilmesi ile Soma köylerindeki üreticiler tütün üretimini bırakmışlar, tarımsal üretimde bulunamayan köy gençleri de Soma Maden İşletmelerinde düşük ücretle ağır koşullarda çalışmaya başlamışlardır. Madenlerde çalıştırılanlar sadece Soma köylerindeki gençler değil ülkenin dört bir yanından gelen eski çiftçilerdir” ifadeleri kullanıldı.
Seçenekleri olmayan insanların madenlerde ilkel çalışma koşullarında çalışmak zorunda bırakıldığına ve sözüm ona “kaza” ile ölmelerinin ise düpedüz cinayet olduğuna vurgu yapan Çiftçi-Sen Genel Sekreteri Ali Bülent Erdem ve Çiftçi-Sen Genel Örgütlenme Sekreteri Adnan Çobanoğlu Çiftçi-Sen olarak taleplerini:
- Küçük üreticileri topraktan koparan politikalardan derhal vazgeçilmesi,
- Bu iş cinayetine sebep olan bütün sorumluların hesap vermesini,
- Özelleştirme ve taşeronlaştırmaya son verilmesi,
- Maden İşletmelerinin kamuya devrinin sağlanması,
- Çalışanlar için gerekli iş güvenlikleri sağlanmadan hiçbir maden işletmesinde işbaşı yapılmaması şeklinde sıraladılar.

Miner Family...


Hareket etmeyen zincirlerini farkedemez! - Rosa Luxemburg


19 Mayıs...


18 Mayıs 2014 Pazar

Dün - Bugün...


Çaresizliklerle dolu çaresizlik...

Ağlardı bir ana yitip giden oğluna
Gülerdi hayın gözler,
Gülerdi ağlayan analara...
Bir baba kavuşamamaya hüzünlenirdi
Oğlunun güzel günlerine.
Bir ana ağlardı yine, çaresiz.
Çaresizliklerle dolu çaresizlik...
(Şiir: Nihat Çokoğullu (1956 - 1990) - Sen Hep Güleceksin isimli şiir kitabından.
Desen: İsmail Gülgeç - çizim yılı 1992)

Gezi Forumları Dayanışması - #SomayaSahipCikiyoruz


18 Mayıs Pazar Kadıköy Yoğurtçu Parkı'na "İstanbul Forumları Buluşuyor" diyerek çağrı yapan Gezi Forumları Dayanışması, Soma'da yaşanan iş katliamı ardından Soma gündemli buluşma çağrısı yapıyor: Gezi Forumları Dayanışması, Soma'da işçi katliamının ardında yatan tüm gerçeklerin ve sorumluların ortaya çıkarılmasını sonuna dek takipçisi olmaya kararlı herkesi, tüm forumları ve Gezi bileşenlerini, Soma gündemiyle buluşmak üzere 18 Mayıs Pazar günü 13.00'da Kadıköy Yoğurtçu Parkı'nda ortak foruma çağırıyor.

Yaşanan vahşete sessiz kalmıyor, #SOMAyaSahipCikiyoruz

Germinal...

Émile Zola'nın 1860'larda kuzey Fransa'da, uzlaşmaya yanaşmayan maden işçilerinin şiddetli ve gerçek grev öyküsünü anlatan Germinal romanından uyarlanan filmden bir sahne ve Soma'daki maden katliamını protesto gösterilerinden bir enstantane...

17 Mayıs 2014 Cumartesi

Naci Yavuz'dan...

Maden faciasının 5. gününde durum özeti, Naci Yavuz çizgisiyle...

Niobe Çocuklarına Ağlıyor Yine!

Niobe Çocuklarına Ağlıyor Yine! 
İşçilerin emeklerinden, ekmeklerinden ve hayatlarından çalınarak sefer tası gibi kat kat olan o kule. Şehre yukarıdan bakan bu 'şeyin' adı Spine. Omurga, belkemiği veya kılçık anlamında. 
800 madenciyi kurtaracak 20 yaşam odası, Soma Holding'e ait Spine Tower'da 4 daire etmiyor! Yani ortalama 5 milyon TL. ...
Manisa'da Spil Dağı'nda yüzyıllardan beri ağlayan bir kaya vardır. Adı: Niobe... Soma'ya bakar dağdan, Niobe, yüzyıllardan beri, sessiz gözyaşları eşliğinde. 
"Taş olsa çatlar!" diyoruz ya hani, işte çatlıyor Niobe!..

Art in the world nowadays...


Öyle felaketler ve acılar olur ki ne yazmakla ne de çizmekle azalır, belki biraz paylaştıkça, halden anlamakla dertlere derman bulunur...

16 Mayıs 2014 Cuma

Brezilyalı karikatürist Carlos Latuff'tan, yorumsuz!..


Geride Kalanlara...

Sona eren yaşamlarla birlikte geride sonu hiç de mutlu bitmeyecek masalların kahramanlarının da boynu bükük, umutsuz ve güneş onlar için artık hep simsiyah... Bir bayram sabahı en güzel giysilerini giyip babasının elinden tutarak gezmeye çıkma hayali kuran küçük çocuklar hep babalarını bekleyecek o babalarını güle oynaya işe uğurladıkları yola bakarak. Ama babaları hiç gelmeyecek, ne akşam yemeğine ne de bayram sabahının aydınlık sofralarına!..

Made in death for Turkish miner...


Naci Yavuz'dan Soma Gerçekleri...


15 Mayıs 2014 Perşembe

Şili ve Biz...

Şili'de 33 madenci, 2010 yılında 5 Ağustos'tan 13 Ekim'e kadar kuzeydeki San Jose altın ve bakır madeninde mahsur kaldı ve 69 gün sonra kurtarıldılar. Ülkemizde ise olayın üçüncü gününde madende mahsur kalan ve kurtarılmayan 450 işçinin çıkarılmasından vazgeçildi. 2010 yılında Şili'deki maden kazası olduğunda dönemin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer'den "Maden kazası bizde olsa, 3 günde kurtarırdık" açıklaması gelmişti... Bırakın üç günde kurtarmayı, üç günde tamamen olayın üstünü örttüler hem de madencilerin cansız bedenleriyle birlikte!..

Bazı acılar öyle büyüktür ki...

İZMİR Gündoğdu Meydanı'nda, Soma'daki acı kayıplarımız için saygı duruşu ve hükümeti protesto amaçlı oturma eylemi yapılacağı sırada, oradan geçmekte olan bir sokak köpeği temsili madenci tulumunun ayak ucuna yattı...
Bazı acılar öyle büyüktür ki bunu anlamak için insan olmaya bile gerek yok...

Brezilyalı karikatürist Carlos Latuff'dan...